Bolu ve İlçeleri Tanıtım |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
BOLU SANCAĞI
|
Köroğlu hadisesi dolayısıyla merkezden gönderilen emirnamelerde "Bolu Sancağı" tabiri sık sık geçmektedir. Şimdi XVII. yy.a kadar, bu sancağın geçmişinden kısaca bahsetmek istiyorum; Bolu'nun üzerinde bulunduğu arazi, eskiden yani Bizanslılar zamanında Bithynia olarak isimlendirilmektedir. Orhan Gazi'ye yardımcı olan ve babasının silah arkadaşlarından Konur Alp ile Akça Koca Sakarya'nın her iki tarafındaki yerleri fethetmişlerdi. Bu yüzden, yeni açılan uçların ilk idarecileri bunlar olmuşlardır. Akyazı, Eski Bağ ve Düzce Ovasının yer aldığı Konrapa, fatihinin adını Konuralp ismini almış, kaydıhayat şartı ile Konur Alp'e bırakılmıştır.
Bu bölge, Osmanlı vesikalarında Konrapa (Konur Apa) diye anılmıştır. Karadeniz kıyısındaki ve Osmanlıların denize ilk açıldığı yerlerden olan Akçaşehir, Konrapa'ya bağlı olmakla beraber Akçakoca tarafından zaptedildiği için onun adını almıştır. Bolu'nun batısındaki ve eski ipek yolu üzerinde bulunan Mudurnu ve Göynük, Taraklı Yenicesi de bir müddet Süleyman paşa tarafından idare edilmiştir. Bolu, Beylerbeylik merkezi Ankara ve 1451'den sonra da Kütahya'ya bağlı kalmıştır. Yani idari bakımdan bu şehirlerde oturan beylerbeyine tabi olmuştur. Evliya Çelebi'nin sonradan tertip edilen defterlerdeki kayıtları esas tutarak verdiği bilgiye göre, Bolu'nun ilk tahriri Fatih Sultan Mehmed zamanında yapılmıştır. Seyyah, "burası Anadolu toprağında ayrı bir sancak beyi tahtıdır.
Padişah tarafından beğinin hası 300.122 akçedir" diye yazmaktadır. Ancak, bu miktar azdır ve o devre ait defterlerde 400.000-500.000 akçe arasında değişen rakamlar verilmektedir. Bolu Sancağı dahilinde ve sancak beyine bağlı olarak gözüken 36 kadar kaza vardı. Bunlar; Merkez kaza Bolu, Taraklı - Borlu (Safranbolu), Kızıl Bel, Gerede, Viranşehir, Şihabeddin, Aktaş, Ulak Deresi, Dörtdivan, Çağa, Bartın, Amasra, Kıbrıs (merkez: Karadoğan), Yörükan, Eflâni, Yedi Divân, Bender Ereğli (Karadeniz Ereğlisi), Devrek, Ulus, Yılanluca (Melenderesi/Yığlıca), Taraklı Yenicesi, Mudurnu, Üsküp (Konrapa İli'nin merkezi Eski Bağ), Dirgene, Samako (Alaplı), Gocinos, Akçaşehir, Ovayüzü, Eflâni Yenicesi, Tefen, Çarşanba (Hızır Bey İli), Zerzene, Gölpazarı, Hisarönü, Pavli ve Doturga'dır.
Yukarıda adı geçen kazalardan Bolu'nun doğusunda kalanlar, İsfendiyar Oğullarından, batıda kalanları ise Bizans Tekfurları elinden alınan şehir ve kalelerdir. Bugün Gerede'ye bağlı kalan Dörtdivan, o zaman kaza merkezi durumunda olup, Köroğlu'nun doğduğu köy Sayalık, buraya bağlı idi. Uzunçarşılı'dan itibaren bu köyün adı hep Hayalık olarak hatalı bir şekilde okunmuş iken, Prof. F. Sümer'in tesbiti ile Sayalık şeklinde düzeltilmiştir.
|
BOLU SANCAK BEYLERİ
|
Bolu 1324 yılından itibaren 1692 senesine kadar Sancak Beyleri tarafından idare edilmiştir. Şehzadeler, hanedana akraba olanlarla, Candaroğullarına mensup beyler Bolu'yu sancak beyi olarak yönetmişlerdir. Konur Alp, Sunkur Bay Şemsî, Şehzade Murad, Gündüz Alp, Süleyman Paşa, Çandarlızade Mahmud Çelebi Bolu'yu idare etmiş ilk beyler arasındadır. Sonuncu bey Çelebi Mehmed'in kızı ile evli olup, İzladı Savaşında tuzağa düşürülerek esir edilmiş, külliyetli miktarda para ödenerek kurtarılmıştır. Bazı rivayetlere göre bu bey İstanbul muhasarasında da bulunmuş ve şehid düşmüştür.
II. Murad, II. Mehmed ve II. Bayezid devirlerinde de Bolu'nun idaresinde bazen dost ve bazen düşman oldukları İsfendiyarlılardan valiler görülmektedir. II. Bayezid zamanında, Şehzade Ahmed'in oğlu Murad Bey Bolu Sancak beyliği yapmış, fakat babasının karıştığı hadiseler dolayısıyle kızılbaşlara sığınmıştır. Şehzade Murad Bey'den az önce de, amcası Selim'in oğlu şehzade Süleyman Bolu Sancak Beyliğine getirilmişti (1509). Bu şehzade, önce Karahisar'a tayin edilmiş ise de, amcasının itirazına sebep olmuştu. Padişah, bu defa oğlunun isteği üzerine Süleyman'ı Bolu'ya nakletmiş, Kefe'ye yollanmasına kadar sancak beyi olarak burada kalmasına izin vermiştir.
Bu beyler dışında, Voyvodalık devresine kadar (1692) Bolu'yu yöneten sancak beyleri, tesbit edebildiğimiz kadarı ile şunlardır; Sinan Bey, Şemsî Ahmed Paşa, Hacıpaşaoğlu Mehmed Bey, Köroğlu hadiselerinin zuhur ettiği sırada Behram bey, Rum beyzade Osman Bey, Sarhoş Abaza Osman, Abdi Paşa, Koca Yusuf Paşa, Bosnalı Vardar Ali Paşa, Emir Mustafa Şerif Paşa, Benli Hasan Paşa Şemsipaşadâde Mahmud, Kürt Mehmed Paşa, Kemenkeş Seyyid Ahmed Paşa, Fındık Mustafa'dır. 1692'den az önce Bolu'nun son sancak beyi, Zor Mustafa Paşa'dır. Bu bey Köroğlu zamanındaki beylerden daha zalim davranışlı olduğundan, halka olmadık zulümler yaptığından, suçu sabit görülerek, idam cezasına çarptırılmıştır. XVI. yy başları ve XVII. yy.ın ilk yarısında Bolu 14 zeamet, 55 tımar'a bölünmüştü. Cebeliler de dahil olmak üzere 2800 kılıç askeri vardı. Çeribaşısı ile beyinin askeri 800 kadardı. Beyinin senelik hasılatı 10.000 kuruş, kadısının ise 5000 kuruştu. Beyi'nin hası ise, yukarıda işaret edildiği şekilde, 300.122 akçe idi.
|
BOLU SANCAK MERKEZİ
|
Köroğlu'nun yaşadığı XVI. yy. da, Bolu Osmanlı İmparatorluğunun gözde şehirlerinden biri idi. Doğuya giden bir çok ana yol bu havaliden geçmekte idi. Kanuni zamanında yeni açılan ve halkın günümüzde Bağdat Caddesi diye isimlendirdiği yol üzerinde birçok kervansaraylar inşa ettirilmiştir. Bu stratejik mevki dolayısıyla Bolu günden güne gelişme göstermiş ve kale çevresinde yayılarak daha da büyümüştür. En eski tasvirlere göre, Bolu birbirini takip eden otlakların bulunduğu, ahalisinin daha ziyade köylerde yaşadığı bir yerdi. XVI. yy. da, ovadan bakıldığında hemen göze çarpan meşhur kalesi, artık harabe olmaya yüz tutmuştu.
Zira Selçuklular zamanında uç kalesi olduğundan her zaman tahkimli olmasına dikkat edilmiş iken, şimdi iç el sayılması sebebi ile artık tamirata gerek duyulmamıştır. İbn Battuta, 1333 senesinde Bolu'da misafir kaldığı halde, şehri pek tasvir etmeyip, sadece Ahîleri kısaca misafirseverliklerinden dolayı methetmiştir. Şehir, şimdiki gibi, yine ova ortasında, batıdan doğuya yükselen toprak bir tepe üzerine bulunuyordu. Çevresinden çok sayıda küçük derecikler aktığı için, zamanla mahalleler surlar dışında ve ovaya doğru meyil üzerinde meydana gelmiştir. 1528 senesine ait olduğu tahmin edilen 438 numaralı tapu-tahrir defterinde, XIV. yy. da kurulmaya başlanan ve XVI. yy. da gelişmesini tamamlayan mahalleler şunlardı;
Aslı Han veya Aslı Hatun, Gölyüzü, Cami, Turşucuoğlu, Hoca Bey, Hatip, Karaçayır, Hacı İlyas Oğlu, Ak Mescid, Dabbağan (: Tabaklar), ve Uğurlu Naib (sonra : Karamanlar). Bu mahalleler de, diğer yerlerde olduğu gibi bir mescid veya cami etrafında teşekkül etmiş olup, nüfusu ortalama hesaplamalara göre 2000'e yaklaşmakta idi. Evliya Çelebi'nin 1645 senesindeki seyâhatinde ise, Bolu eskiye nazaran oldukça büyümüş ve bir çok güzel binalarla süslenmişti. Köroğlu'nun destanî bir havaya büründüğü bu zamanda, Evliya Çelebi Bolu'yu şöyle tanıtmaktadır, " ... Gerçekten ma'mur büyük bir şehirdir ki, topraklı bir dağ arasında kurulmuştur. Otuzdört mahallesi ve 34 camii vardır. Üçbin kadar tahta örtülü güzel evleri vardır.
Bazı zenginlerin evleri ve hanları kiremitle örtülüdür. Dörtyüz kadar ma'mur süslü dükkânı vardır. Her ne kadar Türklük ise de ileri gelenleri, eşrafı ve tüccarı çoktur... Oğuz adamları vardır... Suyunun ve havasının nefasetinden dolayı güzelleri çoktur..." Bolu'nun en güzel cami, saray ve binaları Osmanlı Padişahları, şehzadeler, İsfendiyaroğulları ve beyler tarafından yaptırılmıştır. Bolu, bundan başka, medrese, kervansaray, bedesten ve bazı sanayi tesislerine de sahipti. Bolu dağlarının meşhur köknar ve çam tahtaları, günümüzdeki gibi Bolulu işadamlarınca, İstanbul pazarına İzmit yahut daha elverişli olan Akçaşehir iskeleleri yolu vasıtasıyla gönderilmekte ve orada belli yerlerde satılmakta idi. Hatta bazı düzenlemelerle Bolu tahtasının ve odununun İstanbul'da daha ucuz satılabileceği hususunda Evliya Çelebi'nin oldukça enteresan görüşleri vardır.
|
ŞEMSİ PAŞALILAR
|
Bolu'yu idare edenler arasında Şemsi Paşa ailesinin özel bir mevkii vardır. Bazı sancak beyleri, zaman zaman bu aileden tayin edilmiştir. Evliya Çelebi, 1645'deki Bolu ziyaretinde, Şemsi Paşa ailesinden bahsederek "Sungurbay Şemsi adlı kahramanı eliyle fethedilmiş, kendisine evlattan evlâda hayat şartı ile ocaklık ihsan edilmiştir. Hâlâ nesli tükenmiş değildir. Şemsi Paşa evlâdları derler" malûmatını vermektedir. Yine bu seyyahın yazdığına göre Sungur Bay Şemsi, Osman Gazi ile aynı zamanda yaşamış bir kahramandır. Bu ismin sonundaki Şemsi sıfatı ise, Şemsi Paşa ailesinin bu şahsa bağlı olduğunu göstermek için kullanılmıştır.
Naima ve Kâtip Çelebi de, tarihlerinde Şemsipaşazâdeliler tabirini sık sık kullanmışlardır. Sungur Bey veya Sungur Bayın tarihi kişiliği ne yazık ki, kaynakların Bolu fethini bir iki satırla geçiştirmeleri yüzünden, son araştırmalarda dahi aydınlığa çıkarılamamıştır. Candaroğlu Beyliğine ait soy kütüklerinde ise böyle bir isme tesadüf edilmemektedir. Belki, ileride tapu veya vakıf kayıtlarından onun tarihi şahsiyeti hakkında ip uçları elde edilebilir. Şemsi Paşa zamanında, bu ailenin Halid bin Velid'ten indiğine dair bazı kayıtlar mevcut ise de, doğru değildir. Tarih kaynakları incelendiğinde varılan neticeye göre, Candaroğlu, İsfendiyaroğlu ve Kızıl Ahmedli gibi kollar, Şemsi Paşa ailesinin dayandığı hanedanlar oluyor.
Her üç grup, Osmanlılar ile yakın temasta bulunmuşlar evlilik yolu ile akrabalık tesis etmişlerdir. İsfendiyaroğlu Beyliğine Fatih Sultan Mehmed son vermiş az sonra da Kızıl Ahmed Bey ailesi ile Uzun Hasan'a sığınmıştır. II. Bayezid zamanında tekrar Osmanlı ülkesine dönen Kızıl Ahmedli ailesi, Bolu'daki eski mülklerine sahip olmuşlardır. Mirza Mehmed Bey, Bolu sancak beyi olmuş, daha sonra da Bayburd ve Erzincan'ın idaresine tayin edilmişti. II. Bayezid ile dostane münasebetlerde bulunan Mehmed Bey, onun oğlu şehzade Murad'ın (Ö. 15 ekim 1485) kızı Şahnisa Hatun ile evlenerek damad yapılmıştı.
Ne yazık ki Mehmed Bey, kendisinden büyük hizmetler görüleceği sırada, Erzincan Bey'i iken hayata gözlerini yummuştur. Mirza Mehmed Bey'in Musa, Mustafa ve Şemsi Paşa isimlerinde üç erkek evladı dünyaya gelmiş, hepsi devlet hizmetinde bulunmuşlardır. Musa Paşa, ava merakı ile şöhret bulmuş, Yavuz ve Kanuni zamanlarında Osmanlıların hizmetinde yararlılıklar göstermiştir. Erzurum Beylerbeyi iken, Gürcülerin tuzağına düşerek hayatını kaybetmiştir. Mustafa Paşa da, Musa Paşa gibi şöhretli bir şahsiyet olup, beşinci vezirliğe kadar yükselmişti (1561). Meşhur Malta Seferi esnasında ordunun başkumandanı olup, Piyale Paşa ve Turgut Reis ile bu kaleyi muhasara etmişlerdi. 1566 yazında, kardeşi Şemsi Ahmet Paşa ile Zigetvar Seferine katılmış, padişahın zamansız ölümüne şahit olmuştu. İki yıl sonra hacca gitmiş ve Arafat dağında iken vefat etmiş ve Mekke'de toprağa verilmiştir.
Evliya Çelebi'nin babası Derviş Mehmed Zılli Efendi bu cenaze merasiminde bulunmuş, vezirin gömülmesinde yardımcı olmuştur. Mirza Mehmed Bey'in üçüncü oğlu ve Şemsi ailesinin kurucusu Ahmed Paşa'dır. Uzun ve rahat bir hayat süren Şemsi Ahmed Paşa, saraya intisab etmiş, sırası ile avcıbaşı, bölükağası, müteferrika ve sipahi ağalığı ünvanlarına sahip olmuştur. 1553 İran seferine iştirak etmiş ve yararlı hizmetleri ile sultanın gözüne girmiştir. 1554'de Anadolu Beylerbeyliğine tayin edilmiş, az sonra da Rumeli'ye nakledilmiştir. Bu sıfatla Zigetvar Seferine, ağabeyi ile birlikte kendi kuvvetlerinin başında, katılmıştır. Kanunî Sultan Süleyman'ın bu sefer sırasında vefat etmesi ile eski vazifesinden ayrılmış ve inzivaya çekilmiştir. Sultan II. Selim (1566 - 1574) zamanında yeniden hizmete alınmıştır.
Sokullu Mehmed Paşa'ya karşı hasmane tutumu ile ikinci grubu meydana getirmiş, bu düşmanlık sadrazamın öldürülmesine kadar devam etmiştir. III. Murad'ın tahta çıkmasından sonra Şemsi Ahmed Paşa'nın yıldızı yine parlamış ve padişahın musahibi olmuştur. Devşirme usulünün bozulması ve bu arada saraya rüşvet kabul ettirme gibi şeylerden sorumlu tutularak, tarihçilerin tenkidine maruz kaldığı da görülmektedir. Şemsi Ahmed Paşa, 18 Muharrem 988/6 Mart 1580'de İstanbul'da öldü. Dillere destan sarayına yakın kendi adı ile tanınan Cami yanındaki türbede toprağa verilmiştir.
Oldukça renkli bir şahsiyete sahip olan Şemsi Ahmed paşa, aynı zamanda ilim çevrelerince de takdir edilen, yazdığı şiirlerle de şairler arasına katılan kimse idi. Belli başlı eserleri; Şehnâme-i Sultan Murad Dîvân, Vikâye Şerhi, İ'tikadnâme ve tercüme-i Şurut-i Salât'dır. Şemsi Paşa'nın oğulları da babaları gibi bir çok devlet hizmetinde vazife almışlardır. Mahmud Paşa, Şemsi Paşa ailesinin en şöhretli şahsiyetlerinden olup, babasının delaleti ile mirliva olmuş, 1579 senesinde Şehr-i Zor, sonra da Kıbrıs Beylerbeyliğine vali tayin edilmiştir. 1591-2'de Bolu'ya gelmiş, atalarının bir çok mülkünün bulunduğu bu yeri idare etmiştir. Kastamonu valiliğinden sonra, Almanya'da Usturgon'a yollanmış, burada kendinden üstün kuvvetlere karşı kahramanca mücadele etmiştir.
III. Mehmed, 1602-3'de , onu Nahcivan sınırlarına yollamış, beylerbeyi iken burada şehit düşmüştür. Doğu Anadolu'da ölen ikinci Şemsipaşalıdır. Evliya Çelebi, 1645 senesinde hem İstanbul'da ve hem de Bolu'da Şemsi Paşa ailesine mensup kimselerin yaşadığını yazmaktadır. XVII. yy. da Şemsi Paşa kölelerinden Süleyman isimli birinden haberdarız ki bu, meşhur Köle Oğlu'nu yakalayarak, idam edilmesini sağlamıştır. Bu konuya biraz aşağıda tekrar temas edilecektir. Şemsi Paşa ailesinin Bolu ve kazalarında bir çok hayır eserleri yaptırdığı bilinmektedir. Bu tarihi yapılar günümüze kadar tabii afetlere maruz kalmalarına rağmen gelebilmiştir.
Bolu'ya tabi Yenice köyünde Mirza Mehmed Paşa ve eşine ait tımarın olduğu Tahrir Defterlerindeki kayıtlardan anlaşılmaktadır. Şemsi Paşa ailesinden olup, Yavuz Sultan Selim zamanında yaşamış olan bir kadın da Karaköy'de cami yaptırmıştır. İki kitabesi mevcut olan bu cami, Musa Paşa'nın annesi Alâ Hatun tarafından inşa ettirilmiştir. Bu kadın ise meşhur alimlerden Cemaleddin el-Aksarayî ve vezir Piri Paşa'nın ailesindendir. Musa Paşa'nın kendi adına yaptırdığı ve 1510 senesinde hizmete açılan cami, şimdi Ilıca Cami diye bilinmektedir. 1571'de yapılan Karaçayır Camisi de Musa Paşa'dan kalmadır.
Sarayda beşinci vezirliğe sahip olan Mustafa Paşa, 1526 senesine ait kayıtlara göre, yıllık hasılat olarak 405.000 akçelik gelire hak kazanmıştı. Bu meblağ Bolu'dan temin edilmekteydi. XVI. yy. da ehemmiyet kazanan Bağdat Caddesinin Hendek ve Darıyeri gibi merkezlerinde Mustafa Paşa kervansaray ile cami yaptırmış, yolcuların ve halkın hizmetine açmıştı. Onun gibi Şemsi Ahmed Paşa'nın da Bolu ve Düzce taraflarında çiftlikleri vardı. Süleymaniye Kütüphanesinde, Lala İsmail Efendi kitapları arasında bulunan vakfiyesinde, vakıflarının listesi verilmiştir. Vakfiyeden anlaşıldığına göre, Bolu'da bir cami, Dar el-Hadis, dershane, çeşme ve köprü yaptırılmıştır.
Bu yerlerde hizmet göreceklere verilecek gündelikler hakkında da açıklamalar mevcuttur. Bolu Salnâmesi ile Evliya Çelebi'nin yazdığına göre Şemsi Paşa'nın şehirde bir hamamı, kapalı çarşısı, çeşmesi ve camisi vardı. İmaret Camisi'nin ismine temas etmeyen Kâtip Çelebi ise, Şemsi Paşa Camisini bahis konusu etmektedir. Şemsi Paşa, Bolu'nun kuzeyindeki dağlar içerisinde bulunan yaylaları da köylülere vakfetmiştir. Şimdi Paşa Köyü Yaylası ve At Yaylası isimlerini taşıyan bu yerlerde, Paşa'nın adı hürmetle anılmaktadır. Bolu'nun batısında ve İzmit yolu üzerindeki Düzce Bazar veya Konrapa'da da Şemsi Paşa vakıfları mevcuttu. Yeni gelişmekte ve büyümekte olan, Asar Suyunun kenarındaki Düzce'de Şemsi Paşa bir han ve cami yaptırarak, vakfetmiştir. Ancak günümüze kadar, bu binalardan hiç biri ayakta kalamamıştır.
|
BOLU BEYİ
|
Köroğlu hikayelerinde, destan kahramanının ortaya çıkmasına sebep bilindiği gibi, babasının gözlerinin kör edilmesi ve bunun için Ruşen Ali'nin intikam almak üzere Bolu Beyine karşı harekete geçmesidir. Hikayelerin çeşitli rivayetlerinde Bolu Beyi, Bolu Paşa, Bolu Bey, Bolu ve Bul Beğ adları ile anılmaktadır. Bu değişik şekiller, Bolu kelimesinin zamanla bir yer adı olduğu fark edilmeyerek, doğrudan doğruya kişi adı kabul edildiğini gösterir. Köroğlu, babasının intikamını almak üzere ortaya çıktığında Gerede ve Çağa idarecileri tarafından takibata uğramamıştır. Ancak onun şöhreti Sayalık köyünün sınırlarını az sonra aşacak ve sonraları kendi adı ile anılacak olan Dörtdivan, Deveren ve Karadoğan yaylalarının bulunduğu Köroğlu Dağlarında yankılanacaktır.
Hakkında şikayetler, Bolu Beyi'ni de aşacak ve Anadolu Beylerbeyine, İstanbul'a Asitaneye ulaşacaktır. Prof. Dr. Faruk SÜMER'in belirttiğine göre, destanda çok geçen Bolu Beyi mahalli bir bey olmayıp, bu günkü idareciler gibi, İstanbul'dan gönderilen devlet memurudur. Bolu Beyi ile kaza kadıları ve Köroğlu'yu ilgilendiren belgelere ilk olarak Prof. Dr. İsmail Hakkı Uzunçarşılı ve Prof. Mustafa Akdağ rastlamıştı. Böylece destan kahramanının tarihi olarak yaşamış olduğu ortaya çıkmıştır. Daha sonra ,F.Sümer, arşivde başka dört belgeye rastlayarak, 1580 - 1585 (H. 988 - 993 ) tarihleri arasında yazılmış belgelerin sekiz tane olduğunu ortaya koymuştur.
Şüphesiz başka belgeler de mevcuttur. Bu yüzden, destan dışında, Köroğlu'nun beş yıllık hayatını öğrenmiş oluyoruz. Köroğlu'nun ortaya çıktığı devrede Osmanlı padişahı III. Murad, sadrazamlar ise Damad Ahmed, Kıbrıs Fatihi Lala Kara Mustafa Paşa, ve Ferhat Paşalardır. Bolu Beyi ise önce Mehmed Bey, sonra ise Çorum'dan nakledilen Behram Bey'dir. İlk belgenin 1580 tarihli olduğuna yukarıda temas edilmişti. Bu tarihte, Bolu'yu ilgilendiren hadiseler arasında, burada ve kazalarında bir çok hayır eserleri bırakmış olan, Osmanlı vezirlerinden Şemsi Ahmed Paşa'nın ölümüdür. Onun vefatı ile Bolu'daki Şemsi Paşalılar nüfuzu pek sarsılmamıştır. Akrabası ve çocukları, bu ailenin eski ihtişamını, bazen zor kullanarak da olsa devam ettirmişlerdir.
Bolu Beyi, Köroğlu meselesinin iyice belirmesi üzerine merkezden ve Kütahya'dan yazılan buyrultularla, harekete geçmiş sancak dahilinde onu takip etmeye mecbur kalmıştır. Köroğlu ise Karadoğan köyündeki Türkmenlerden bölükler meydana getirerek kendisine katılan Çakal Oğlunun yardımı ile ona meydan okumaya cesaret göstermiştir. Bolu Bey'i ülke çapında yayılma gösteren ateşli silahlarla Köroğlu'nun peşine düşmüştür. Nitekim, destan kahramanı kılıç yerine tüfengin alışına hiç memnun kalmamıştır. Köroğlu, kahramanlık ve cesaret örneği olarak kılıç, ok ve kalkan gibi savaş aletlerini kabul etmektedir.
Ateşli silahların en etkilisi olan tüfeğin Bolu'da kullanılışı, yasak olmasına rağmen XVI. yy. dadır. Askerin elinde Yavuz Sultan Selim devrinden beri bu tüfekler bulunuyordu. Sonra reaya da temin yoluna gitmiştir. Nitekim 1560 senesine ait olup, Bolu Beyine yazılan emr-i âlide, "levend taifesinden ve reayadan ve gayrıden tüfenk kullanıp, dağlarda şikâr etmemeleri" isteniyordu. İki ay sonrasına ait bir fermanda da, öncekine nazaran daha da sertleştirilmiş ifade kullanılarak, reayaya tüfenk taşıma izni verilmemesi isteniyordu. XVI. yy. da Bolu'da yayılmaya başlayan tüfenk, Deli İbrahim devrinde alınan idari tedbirlerle, halkın elinden toplanmış ve bazı cezai müeyyideler uygulanmıştır.
|
KÖROĞLU'NDAN ÖNCEKİ VE SONRAKİ HADİSELER
|
Bolu'da devlet idaresine karşı cephe alış, 1559'larda canlanmaya başladı. Levend ve bazı suhte hareketleri meydana gelmiş, bundan bir çok aile zarar görmüştü. İbrahim ve Madin (?) adındaki şakiler, köyleri basarak, yolcuları soyarak, suç işlemişlerdi. 1560'da, Köroğlu'ndan az önce Bolu'da Saltık Boyacıoğlu meselesi meydana geldi. Bolu Beyi tarafından tevkif edilen bu şaki de, İstanbul'dan gönderilen bir memura teslim edilerek, muhakeme için Bolu'dan çıkarılmıştır. Kendi menfaatlerini önde tutan ehl-i fesad sahibi sipahiler de zaman zaman sancakta huzursuzluk yarattılar. Ancak, Bolulular İstanbul'a yakın olduklarından, şayet Bolu Beyi taraf tutarsa, hemen şikayete gidiyorlardı.
Köroğlu hadisesinden sonra bazen gruplar halinde İstanbul'a geldikleri ve gösteri yaptıkları da görülmüştür. Evliya Çelebi, 1645 yılına ait bir kaydında Boluluların bu özelliğini bahis konusu ederek, "... gayet adaletli davranmak gerek. Gayr-ı meşru bir kaç akçe alınsa, halkı hemen üç günde İstanbul'a gidip şikâyet eder"diye yazmaktadır. 1566 senesinde bazı levendlerin Bolu softaları adına Filyos vadisindeki Devrek'te ve Bolu'nun batısında Konrapa'da harekete geçtikleri haber alınmıştı. Bunlar kendi taraftarları ile sancağın düzenini bozmaya kalkıştığında, Bolu Bey'ine hemen bu fesadı yok etmesi emredilmişti. 1570'de, Çankırı ve Ankara yolu üzerindeki Gerede'de Doğancıoğulları hadisesi zuhur etti. Mustafa Paşa'ya emir yollanarak bu ailenin Gerede ve çevresindeki zararlı faaliyetlerinin takip ve tespit edilmesi istenilmişti.
Mustafa Paşa, bu arada Şemsi Paşa'nın sahip olduğu ve Hendek dolaylarında otlatılan koyun sürüsüne, hüviyeti meçhul kişilerin tecavüzünü araştırmakla da görevlendirilmiştir. Bazı dava sahipleri de Konrapa kadısını şikayet ettiler. Çünkü, kadı bazen Konrapa'da (şimdiki Düzce Pazarı) ve canı isterse buraya bir saat uzaklıktaki Üskübü/Kasaba'da oturuyordu. Her iki yerde davaların görülmesi, halkı tedirgin ettiğinden, Mustafa Paşa aracılığı ile merkeze şikayet edildi. İstanbul az sonra yolladığı hükümde, Kadının Düzce Pazarda oturmasının daha iyi olacağı, emredilmişti. 1580 - 1585 tarihleri arasında Sayalık'tan zuhur eden ve Çakal Oğlu ile birleşen Köroğlu, geniş bir sahada kendi ününü duyurdu ve Bolu sancak beyine meydan okudu.
Buna dair yazışmalar, Sümer tarafından Mühimme defterlerinden tespit edilmiştir. Celâli İsyanları Anadolu'yu kasıp kavurdukça, Bolu da bu cereyanın etkisi altında kalmıştır. Sakarya Şeyhi diye mehdilik davasına kalkan Ahmed'in de Bolu'nun batısında epeyce taraftarı olmuştur. Bulanık Softa ismindeki şaki de sancakta korku yaratmış ve sonunda idam edilerek, cezasını bulmuştur. Abaza Mehmed Paşa İzmit taraflarında, idareye baş kaldırınca Bolu da kötü günler yaşamıştır. Ankara'ya gönderilen külliyetli miktardaki para kervanı soyulmuş ve bir çok kimse öldürülmüştü. Bu esnada Köle Oğlu ismindeki Bolulu Celâli de ona katılmıştı.
Bolu Beyinin adamlarından olan Şemsi Paşazade ailesinin kölelerinden Süleyman isminde biri, Köle Oğlu ve adamları Süleyman Ağa ile çatıştırmışlar ise de, sonunda ayağından vurularak, esir edilmişti. Abaza Paşa'nın gözde bölüklerinden birine kumanda eden köle Oğlu, Süleyman Ağa vasıtası ile İstanbul'a yollandı ve burada vezirin huzuruna çıkarıldı. Naima'nın yazdığına göre, Köle Oğlu vezire gayet mağrurane cevap vererek; -Şehirler urmadık, kârban basmadık, ancak zulm def'ine çalıştık. Amma çün takdir böyle imiş. Emir Allahındır... demiştir.
Köle Oğlu'nun adamları İstanbul pazarlarında, sokaklarında idam edilirken, Köle Oğlu'da vezirin emri ile Parmak kapıda halkın gözleri önünde öldürülmüştür. Bolu, şekâvet hadiselerine uzun zaman sahne olacak, bu vaziyet XVII. XIX. yy.larda bile eski şeklini muhafaza edecektir. Köroğlu'nun belki de özlemiş olduğu iyi bir şekilde yaşamak arzusu, ne yazık ki uzun zaman gerçekleşemeyecektir.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|