Bolu, İstanbul'dan tayin edilen ve kısa sürelerle görev yapan beylerce yönetildi. III. Murad'dan sonra, düzen genelde bozulmaya başladı. Bunda beyler, askerler, devlete karşı çıkanlar, kadılar rol oynadılar. Ayrıca, doğuda ve batıda devam eden savaşlarda da Bolu insanca ve ekonomik alanda bütün gücünü kullandı. Devletin istediği tahılı zamanında temin ve istenilen yerlere ulaştırdı.
Celâlilerin de zaman zaman soğuk nefesini ensesinde hisseden Bolu, Gerede ve Göynük, kötü günler geçirmiş ise de İstanbul'un yetkisi ile eski günlerine dönebilmiştir. İlk örneği IV. Murad olmaktadır. Bu Padişâh, Revan Seferi dönüşünde, Gerede, Bolu, Dibektaş, Mudurnu, Göynük, Taraklı ve Geyve yolunu kullanmış, Bolu topraklarını şereflendiren, Osmanlı gücünün ne olduğunu gösteren padişâh olmuştur (1635). Sık sık deprem afetine maruz kalan yerler arasında Bolu da görünmektedir.
Özellikle, 1668'de cereyan eden yer sarsıntısı, Bolu'da bir çok insan kaybına ve binaların yıkılmasına sebep olmuştu. Kuzey Anadolu deprem hattını etki altına alan olay, sadece Bolu'da değil, Gerede-Çankırı, Niksar, Erzincan ve Erzurum'u da etkilemişti. Bolu'daki büyük camiler de zarara uğramış ve hayır sever kimselerce tamir ettirilme yoluna gidilmiştir. Timurtaş Paşa ailesinden Mehmed Bey'in inşâ ettirdiği ve halk arasında Eski Yeni Cami denilen ibadethane de büyük zarara uğramıştı.
IV. Mehmed devrinde, Bolu Beyi, Avusturya Seferi için istenen kuvvetlerle orduya katılmıştı. 1683'de, Bolulu lakabı ile tanınan Mustafa Paşa, Hatice Sultan ile evlenmiş ve saraya akraba olmuştur. Başkent İstanbul'un tanıdığı simalardan Mehmed Efendi, aslen Mudurnu'lu idi. III. Murad'ın sohbet çevresinden Râziye Kadın'ın damadı olduğundan, Damad Mehmed Efendi diye şöhret kazanmıştır. Çocukluk yıllarını Çepni köyünde geçiren Mehmed Efendi, sonra İstanbul'a gitti. Tahsilini burada tamamladı.
Bostanzâde Mehmed Efendi'ye bağlanarak, 1577'de onun Anadolu Kazaskeri olması ile tezkireciliğini yaptı. Daha sonra Ümm el-Veled Medresesine atandı. Galata, Bursa, İstanbul, Kahire ve Mekke kadısı memuriyeti ile hizmet gördü. Bu arada, Anadolu, Rumeli Kazaskerliklerinde de vazife görmüştür. Fatih Camisinin Haliç tarafında bulunan Sinan Ağa Cami karşısında, köşede "Mudurnulu Damad Mehmed Efendi Darü'l-Hadisi'ni kurmuş, çok sayıda öğrenci yetiştirilmesine vesile olmuştur.
Rumeli Kazaskeri iken ma'zûl ve 1613'de vefat etmiştir. Aynı eğitim kurumunun bahçesinde toprağa verilmiştir. Darü'l-Hadis bu gün mevcut değildir. Ayvansarayî, Seydizâde ve Ataî'nin kısa malumatı çerçevesinde, Mudurnulu Damad Mehmed Efendi ve Darü'l-Hadis'i unutulmaktan kurtulmuştur. XVII. yy.ın tanınmış bilginlerinden olan Kâtip Çelebi yazdığı tarih ve coğrafya eseri ile çağına izler bırakmıştır.
Bartınlı Hamdi'nin de nakiller yaptığı Cihannûma'da, Anadolu'nun anlatılışı sırasında "Fasl-i Der Livâ-ı Bolu" başlığı altında, şu bilgiler verilmektedir. "Bolu, Anadolu Eyaletinde miyâne pâyedir. Ahalisi Türkmen ve insanlığı güzeldir. Sınırları: Doğuda Kastamonu, kuzeyde Bahr-ı Siyâh (Karadeniz), batıda Koca-İli ,güneyde Hüdâvendigâr (Bursa) vardır.
Kazaları bunlardır: Üskübi, Eflâni, Eflâni-i Bolu, Eflakan, Akçaşehir, Aktaş, Amasra, Ulak Deresi, Oniki Divan, Ulus, Ovayüzü, Samako, Taraklı Borlu, Taraklı Yenice, Kıbrıscık, Kızılbel, Pavli, Bender Ereğli, Pencşenbih nâm-ı Diğer Zerzene, Bartan nâm-ı diğer Oniki Divan, Tefen, Todur-ga Çihanşenbih, Hisar Önü, Dört Divan, Dirgene, Devrek, Zenzene, Zagfiranborlı (Safranbolu), Saray, Şihâbeddin, Konur Apa, Gocinos, Gerede, Gökçesu, Gölpazarı, Mudurnı, Mengen, Viranşehir, Yedidivan, Yılanlıca, Yenice-i Bolı, Yörükan-ı Bolı, Yörükan-ı Taraklı".
Bu durumda, Bolu Sancağı, Amasra'dan, Akyazıya, Göynük'e ve Ankara'ya kadar ki sahaları içine almaktadır. Tapu - tahrir defterlerine göre, Bolu merkez kasabası da dikkati çeken yörelerdendir. Aslı Hatun, Gölyüzü, Solakoğlu Cami, Turşucuoğlu, Hoca Bey, Hatîb, Karaçayır, Hacı İlyasoğlu, Ak Mescid, Tabaklar, Naib Ümid, Karamanlı gibi on iki mahalleden meydana gelmektedir.
Kâtib Çelebi, "Evsâf-ı Bolu" da, kasaba hakkında şunları yazmaktadır: "Kâide-i Vilâyet sursuzdur ki, esvâk-ı âmiresi ve müteaddid cevâmi ve hamamlar, medreseler ve hanları vardır. İstanbul'dan altı merhaledir. Otuz iki adet köyü vardır. Bunlarda bir cins fındık olur. Ona kısti/fıstı fınduk derler. Ağacı, kestane ağacı gibi gayet lâtif yiyecektir ki, badem tadına benzemektedir. Tanesi fındık gibidir. Şehir, düz bir sahrada vâkidir. Etrafı kûhistandır. Ancak doğu ve batısı açıktır. Üç hamam ve dört câmii, ki biri Şemsi Paşa Câmii ve Karaçayır Mahallesi câmiidir.
Dabbağlar (yukarıda Tabaklar diye işâret olunmuştu) Câmii ve Gölyüzü Mahallesi câmiidir. Güney tarafında, çifte sıcak sulu ılıcası vardır. Ricale mahsus olan germabe (Ilıca)'nin havuzu iki tanedir. Nisvân (bayan) Ilıcasının suyu soğuktur. Mudurnu Yaylalarından gelür büyük nehri vardır. Ki Gölpazarı ile Hisar Önü (Ulusu/Filyos) kazaları önünde denize dökülür. Gölyüzü mahallesi ve arasında küçük bir gölü vardır ki onda eğri hasıl olur. Kamış gibi bir ot köküdür. Bolu yakınında iki çeşme vardır. Birisinin suyu çıktıktan sonra sertleşir (taş olur). Birisinin suyu da taşı eritmektedir. Ol çeşmeye ağaçtan tekneler komuşlardır. Bolu'da (üzüm) engür olmamaktadır." Katib Çelebi, "kâide-i vilâyet sursuzdur" diye yazmaktadır.
Demek oluyor ki Bolu iç merkez olmakla, kalesinin bakımına gerek duyulmamış ve Evliyâ Çelebi'nin de işaret ettiği gibi tarihi ömrünü tamamlamıştır. Bundan önceki kale yapımları ve bazı kısıtlı bilgilerin ışığı altında, Bolu mükemmel bir kaleye sahipti. İç ve dış kale ile surları, kuleleri göz alıcı idi. Kalenin etrafı su hendeği ile çevriliydi. Ayrıca, kuzeydoğu kısmında, yağmur suları ile hacmini artıran bir de göl vardır ki bunun hatırası son zamanlara kadar Gölyüzü ismi ile devam etmiştir. Çağa Gölü'ndeki "eğri otu", Gölyüzü'nde de mevcuttu. Bolu'nun geniş bir şekilde tanıtımını Evliyâ Çelebi'ye borçluyuz.
İzmit seyahati esnasında Bolu'nun batısına kadar gelmiş, Sakarya ve Sapanca Gölünden bahsederken, kereste nakliyatı için Düzce Pazar'ın, Bolu'nun vaziyeti üzerinde fikir beyan etmiştir. Evliyâ Çelebi, Trabzon gezisi sırasında, bu defa Bolu'nun Karadeniz kıyısındaki kasabalarına uğramıştır. Kefken'den sonra, Melen Ağzı'nı geçen Evliyâ Çelebi'nin ilk anlattığı yöre Kazak hücûmundan tahrib edilmiş Akça Şehir'dir. Alaplı ve Ereğli gibi iskeleleri de kısaca tasvir etmekte, Hisarönü, Bartın ve Amasra'dan bahsetmektedir. 1645'de, Erzurum'a giderken, takip ettiği yol üzerinde İzmit, Sapanca, Hendek, Düzce pazarı, Üskübi, Bolu, Çağa ve Gerede vardır.
Bu münasebetle Bolu için şunları yazmaktadır: "Üskübi'den dokuz saat uzaklıktadır. Kalesini Bursa tekfuru yaptırmıştır. Topraklı yüksek bir tepe üzerinde dört köşe harabe içinde, imârı çok küçük bir kaledir. Anadolu'da Sancak Beyi tahtıdır. On dört zeâmet ve ellibeş tımarı vardır. Çeribaşısı ve alaybeyi vardır. Kanun üzere atlıları ile iki bin sekiz yüz kılıç askeri bulunmaktadır. Bolu, Gökçesu, Sazak, Gerede, Dörtdivan ve Yığılca gibi nahiyeleri vardır.
Kadı ve yöneticiler adaletli davranmak zorundadır. Zira reayası üç günde istanbul'a gidip, şikayet ederek, zalim hakimin hakkından gelirler. Yeniçeri serdarı, sipahi kethüdası yeri, nakib el-eşraf-ı vardır. Her ne kadar Türklük ise de ayan ve eşrafı, tüccarı çoktur. Gerçekten mamur ve abadan bir büyük şehirdir ki, topraklı bir dağ arasındadır. Otuz dört mahalle, otuz dört cami vardır.
Üç bin kadar zarif binası mevcuttur. Bazı ailelerin evleri ve hanları kiremit örtülüdür. Paşa Sarayı, Şemsi Paşa Sarayı, Zülfikar Ağa Sarayı da bakımlıdır. Camilerin en güzeli çarşı içindeki Mustafa Paşa Camii'dir". Osmanlı devresinde de Bolu zengin orman örtüsüne sahipti. Çam, kayın ve meşe başta olmak üzere her türlü ağaç cinsi göze çarpıyordu. Bolu kerestesi, İstanbul'da tanınmıştı. Bütün ahşap yapılarda bu kereste kullanılıyordu. Ancak, sık sık meydana gelen yangınlar, Bolu'dan sürekli kereste nakliyatını devam ettirmiştir. Öküz arabaları ile İzmit, Akçaşehir, Alaplı, Ereğli ve Bartın iskelelerine indirilen keresteler, yelkenlilerle İstanbul'a gönderilmekteydi. Akçaşehir'de, hususi kereste depoları vardı.
Tahtalar burada ızgaralanarak kurutulur ve daha da sertleşmiş, hafiflemiş olarak İstanbul piyasasına arzedilirdi. Tersane-i Amire için en elverişli kereste yine Bolu ormanlarından temin edilmekte idi. Verdinar ve serenler iç kısımlardan kesiliyor, Sakarya, Mudurnu Suyu, Melen, Filyos veya Bartın Çayı vasıtası ile denize kadar taşınıyordu. Bartın, Ereğli, Alaplı, Akçaşehir, Kefken gibi merkezlerde kalyon inşaası yapılmakta idi. Tersane-i Amire'nin İzmid (İznikmid) kolu için Bolu Konur Apa, Akyazı, Ab-Safi ve Sapanca Dağlarından kesilen keresteler, miri yani devlet ormanlarından görevlendirilmiş öküz arabaları ile İzmit Tersanesine nakledilmekte idi.
Buna dair belgelere sık sık rastlanmakta bazı anlaşmazlıklar için de ilgili merkezler kadılarının dikkati çekilmekte idi. İstanbul ve Saray'ın kömür, odun ihtiyacını da yine Bolu ormanları karşılamakta idi. Kömür, meşeden yapıldığı için, bazen özel meşe ormanları da vücuda getirilmiştir. Diğer taraftan kereste kesimi de belirli kaidelere bağlanmıştı. Miri ormanları yakan ve tahrip eden, açma yapan insanlara da sık sık rastlanıyordu. Evliya Çelebi'nin ve bazı arşiv belgelerinin de vurguladığı gibi orman ürünlerine bağlı su yolu taşımacılığı da gündeme getirilmiş ise de hayata geçirilememiştir. Evliya Çelebi'nin geliş-gidişlerinden de anlaşıldığına göre, Bolu önemli yollar üzerinde bulunuyordu.
Sahil yolu, İstanbul, Şile, Kefken, Karasu, (bazen Deniz Köy), Melenağzı, Akçaşehir, Alaplı, Ereğli, Hisarönü, Bartın ve Amasra çizgisini teşkil etmekte idi. Deniz yolculuğu kolay olmasına rağmen fırtınalı havalarda tehlike arz ediyordu. Başlıca sığınaklar Kefken, Ereğli ve Bartın Çayı ağzı olmakta idi. Karadeniz'de bir çok yelkenli, Kafkas ve Kırım hatta Rumeli sahillerinden yükledikleri tahıl vs. ile fırtınaya tutulmakta ve Bolu sahillerine düşmekte idi. İstanbul'dan Sinop ve Trabzon yolunu takip eden yelkenlilerin Bolu'daki yegane yön bulma işareti Ereğli'de Baba Burnundaki fener idi.
İstanbul'un başkent oluşundan sonra halkın Bağdad yolu adını verdiği ve Kanuni Sultan Süleyman zamanında işlerlik kazanan kuzey yolunun başlıca uğrak yerleri şunlardı: İstanbul, Üsküdar, Bostancı, Kartal, Hereke, Gebze, İzmit, Sapanca. Sapanca'dan sonra yol ikiye ayrılıyordu. Biri, Geyve'ye dönüyor Bolu veya Ankara'ya ulaşıyordu. Geyve, Taraklı, Göynük, Mudurnu, Bolu. Göynük'ten sonra hemen doğuya Sakarya vadisine doğru inen yol, Nallıhan, Beypazarı, Ayaş üzerinden Ankara'da sona eriyordu. Göynük'den sonra Mudurnu'ya oradan Aktaş Boğazı ile Bolu'ya bağlanan yol, kuzeyden geçen hat ile birleşiyordu. Sapanca'dan sonra, doğuya Akyazı ovasına giden yol. Sakarya ve Mudurnu suyunu aşarak Akyazı'ya uğramadan Hendek pazarına geçiyordu.
Eğridere Vadisini aşan yol, Melen Köprüsü geçildikten sonra, Düzce Pazarı oradan Üskübiye bağlanıyordu. Üskübü, Bakraz, Muncurlu, Üçköprü Derbendi., Kaynaşlı'dan geçen yol Bolu Dağı dibindeki Darıyeri hanlarından, zikzaklar çizerek 700m kadar yükselerek, Derbend'e gidiyordu. Bolu'ya kadar ova içinde uzanan yol, Köroğlu Derbendi, Çağa ve Gerede'de hep ormanlık arazi içinde kalıyordu. Bolu, XVII. yy. dan itibaren kervanların geçtiği Erzurum ve Kayseri istikametine gidenlerin ikamet ettiği kasaba idi. Bu yüzden merkez ve kazalarda büyük değilse de normal hanlara rastlanmaktadır ki çok azı zamanımıza kadar gelebilmiştir. Sapanca'da Rüstem Paşa, Hendek'de Mustafa Paşa, Düzce'de Şemsi Paşa, Üskübi'de isimsiz, Darıyeri'nde Şemsi Paşa hanları göze çarpmaktadır. Göynük ve Mudurnu'da da büyük hanlar vardır. Rüstem Paşa'nın kervansaray ağının bir bölümünü de Mudurnu'daki Dibek Hanı teşkil ediyordu.
XVIII. yy. da hala işler vaziyetteki Dibek Hanı, IV. Murad'ın sefer dönüşü civarında konakladığı yapıdır. Bolu'da da kiremit örtülü hanların varlığından bizi Evliya Çelebi haberdar etmektedir. Yedi kadar han Şemsi Paşalılara aittir. Ayrıca hususi şahıslara ait hanlar da vardır. Bolu Bedesteni de bölgenin en büyük ticari merkezi idi. Gerede ve Safranbolu hanları da Kastamonu'ya kadar yolcuların dinledikleri, kervanların da çeşitli gereçlerini karşıladığı yerlerdi. Gerede-Ankara bağlantısı ise basit bir yoldan ibaretti. Köylerin bir birinden çok uzak olması, dağların yarısının ormanlık ve yarısının da yaylalardan meydana gelmesi, nedense pek ilgi görmemiştir.
Gerede'den üç dört konak sonra Yabanabad yani bugünkü Kızılcahamam vardı. Ancak, Kazan'a, sonra Ankara'ya ulaşabilmek için Bolu Dağı gibi arızalı Karga/sekmez Dağını aşmak zorunluluğu vardı. Bolu Hanlarının önde gelen örneklerinden biri olan Taşhan Büyük Cami batısındadır. Bugün bile aynı özelliğini korumaktadır. Üstü demir kaplı kapısı ve kemerin solundaki kitabe ilk defa Bolu Vilayeti Salnamesinde metin olarak verilmiştir. A. Gökoğlu Paphlagonia'sında günümüz alfabesi ile kitabeyi kamuoyuna sunmuştur;
Bi-Avn'illâh Bolu şehrinde bu han oldu nev-icâd Ne vâlâ Yıldırım Han Camii kurbinde hoş abâd Ser-bevvâb Dergâh-ı mu'allâ meskenet-i pirâ Cenâb-ı hacı Abdullah Ağa kıldı ânı imhâd Civâr-ı câmi'a evvelce şadırvan akıtmışdı Dâhi muhtac olan nice mahalde çeşmeler tadâd O, nev-mecrâya vakıf olmak için yapdı bunu ancak İlim ü kadr-i mutlak mükâfatın ede müzdâd Bu han-ı kargirin çün esasın kurdu nev uslûb İki kat odalar mergub idüb nur-ı sem'aya isnâd Zeh-i me'vayi bi hemta içi dışı bütün ra'na Yukarı katı hem bâlâ eder nazaresi dilşâd Bununla oldu şadani derun-ı sûk-ı Sultâni Veli gör eski Taş Han'ı bu hanın pâyine iftad Bu han'ın vasfını Alî eden ni'met-i âli O da baninin ikbali, Hüdâ verdi ana irşâd Suyun buldurdı mecraya o vâlâ mahzen-i maye Bu han'ın havzın ortaya alub, verdi safadan dâd Akar su dahil ve haric meta'ı bunda pek rayiç Hayat olsun hemen var, iç, du'a-ı hayrla kıl yâd Alup bu güherin sırrın delüb takdı, bulıb yerin Bolu Pazarı'dır şirin bu han oldu ana ferhad Erer kıldı o zû himmet bu şehr içre büyük ni'met Yola geçmişti rahmet-i peder mader kamu ecdâd O zâtın maksadı şudur güzel meşreb güzel huydur Ezelden niyeti budur ki mecrâ görmeye ifsâd İlâhi sakla afâtdan bu şehri aksi hâletden Ahâli sin hasaratdan kederden eyle gel eb'âd Hitâm-i hâne kıldı Talibi bu vasfla tarih Aceb nadide han oldu bu zibâ tarh-ı nev-bünyâd S e n e : 1219
Bu kitabeden Han'ın 1804'de, Serbevvab Hacı Abdullah Ağa tarafından inşa ettirildiği anlaşılmaktadır. Otuz altı odası vardır. 1952'den önce, Sirkecinin Mustafa Özen'in tasarrufunda idi. Bolu, doğudan batıya, batıdan doğuya kara ve deniz yolu ile giden gezginlerin geçtiği ve bu münasebetle tanıttığı yerdi. Evliya Çelebi'den sonra, Jean-Babtiste Tavernier, Richard Pococke (1740), Chevalier M. Otter, James Morrier (1808), Adrien Duprê (1808) Bozoklu Osman Şakir (1810), John Macdonald Kinneir (1814), Sir Ker Porter (1819), Eugêne Borê (1837), William Francis Ainsworth (1838 - 1840), Xavier Hommair de Hell, A. D. Mortdmann (1856), George Perrot (1861), Walther von Diest (1886) ve Richard Leonhard (1903) gibi gezginler Bolu ve kasabalarından geçmişler, bazen kısa bazen de geniş bilgiler vermişlerdir ki, resmi belgelerde olmayan haberleri de onlara borçluyuz.
Bu gezginlerin temas ettikleri noktalardan biri de Bolu ayanlarıdır. III. Selim ve II. Mahmud devrinde etkinlikleri görülen önemli ayanlar . Kolçakpaşazade Hacı bey, Corazoğlu Halil Ağa, Emir Haliloğulları, Ramazanzadeler, Velioğulları, Kalınbacakoğulları, İsmail ve Hasan Beyoğulları, Küçük Haliloğlu, Hendekçioğulları, Topçuzadeler, Serhoş Osman, Paşabeyzade Abdullah, Ali Molla, Çalıkzade, Haydudoğlu, Tölemenoğlu'dur. Bolu, Üskübü, Akçaşehir, Gökçesu, Ereğli ve Gerede ayanları uzun zaman kendilerinden söz ettirmişlerdir. Ancak, bunların çoğu Hüsrev Paşa'nın yöneticiliği sırasında ortadan kaldırılmışlardır. Genel olarak ayanlık hakkındaki bilgiler Prof. Dr. Yücel Özkaya'nın araştırmasında ele alınmıştır.
Ayrıca, Bolu'daki resmi belgelerden faydalanarak, Midhat Kemal Bey, "Ayanlar Devrinde Bolu" da, bunların faaliyetleri hakkında bilgi vermektedir. III. Selim ve II. Mahmud zamanında Bolu'da ve İstanbul'da etkinliklerini gördüğümüz "Hacı Ahmed Oğulları" da, yeniliklerin en ateşli taraftarı idi. Ne yazık ki İstanbul'da meydana gelen ayaklanmada, devlet yönetiminde yararı görülecek Hacı Ahmedoğlu İbrahim, katledilmiştir. Tarihçi Şanizade, Hacı Ahmetoğlu bahsinde, ondan ve meydana gelen olaydan bahsederken şunları belirtmektedir: "Anadolu hanedanından olup, III. Selim zamanında gözdelerden biri olan mukaddemce İstanbul'a celb ile Dergâh- Âli Kapucubaşılığıyla benam ve büyük Mirahorluk payesiyle merbut İstanbul'da görevli bulunan Bolu Beyi Hacı Ahmedoğlu, önceleri, Bolu'daki Asakir-i Şahane ve bina-ı kışla ve bimarhane hususlarına mukaddem ve mu'in olduğu sebebi ile İstanbul'da ekseri manav ve aşçı ve gözlemeci ve biraz da muhtekir olduklarından gasb-ı emvâl ibadıyla karargir mertebe-i vafiretle kesr Bolu Türklerinin kendüye gayz ve adavetleri derkar olmağla, yedlerinde giriftar oldukta, kantere-i seyf-i dumardan velayet ve emrar eylediler".
Böylece Seyyid İbrahim gibi önemli şahsiyet, ortadan kaldırılmıştır. 1821'de, Rum tercümanlarından İstavraki (Stavraki) Bey, büyük oğlu da beraberinde olduğu halde Bolu'ya sürüldü. Ilıca'dan şehre dönerlerken önlerine çıkan kimselerin hücumuna uğradılar ve bıçaklanarak öldürüldüler. Bu işe meşhur Halet Efendi'nin karıştığı şeklinde söylentiler kamuoyunu meşgul etmiştir. 1840'da, Kapucubaşılardan Hüseyin Bey, Gümrükçü Osmanpaşazade Edhem Bey ve Bolu Hanedanından Mehmed Ağa, Bolu ve kazalarının muhassıllığını aldılar. II. Mahmud'un ölümünden sonra, Osmanlı tahtına Abdülmecid, Abdülaziz, V. Murad ve II. Sultan Abdülhamid tahta çıktılar. Dünya meselelerinin iyice yoğunlaştığı bir zamanda, Büyük Devletler arasında Osmanlının haşmetini yaşatmaya çalıştılar. Tanzimat ve Islahat uygulamaları Bolu'da akislerini buldu. Bolu idari değişikliklere de sahne oldu. Kastamonu Vilayetinin bir sancağı, sonra müstakil Bolu sancağı şekline getirildi.
|