Doğu Roma ve ondan sonra uzun zaman imparatorluk hayatını sürdüren Bizanslıların Caudiopolis/ Klaudiopolis hakimiyeti de genelde sükûnet içinde geçmiştir. On asırlık sürede Klaudiopolis ve çevresi Herakleios, Suriye Amorion, Makedonya, Dukas Kommenos Laskaris ve Palaiologos gibi Hanedanlara bağlı kalmıştır.
Iustinianus'un saltanatı esnasında, Adapazarı yakınlarındaki Sangarios Nehri üzerine meşhur Pontogephyra inşa edilmiş ve yolcuların Bithynianın doğusuna, Paphlagonia'ya, Galatia'ya sağlıklı gidip-gelmeleri sağlanmıştır. Honorius Eyaletinin gözde şehirlerinden olan Klaudiopolis'in hrıstiyanlık bakımından da ön plana çıktığı gözlenmektedir.
Kalikrates, Gerantius, Kalogeros, gibi metropolitler dini hayatın kopmaz parçaları olarak şöhret kazanmışlardır. Iustinianus'dan sonraki hanedanlar, ülkeyi eskiden olduğu gibi thema denilen askeri valilerle yönettiler. Opsikion, Optimatum, Bukellarion gibi isimler altında göze çarpan themaların idare yeri Klaudiopolis idi.
Strabon'un tasvirine uygun olarak, yöre yine tarım memleketi olarak göze çarpmakta, yeşil düzlüklerinde bol miktarda hayvan yetiştirilmekte idi. Bunlar ulaşım ve yiyecek maddesi olarak büyük boşluğu doldurmaktaydılar. Ayrıca her türlü ağaç cinsinin bulunması, Bizans sosyal hayatında da rol oynamış ki Osmanlılar zamanında da aynı aktivite devam ettirilmiştir.
Makedonia sülalesi devrinde, bazı ekonomik ve askeri krizler, Bithynia'yı, dolayısıyla Kaudiopolis'i de etkiledi. İmparatorluk, Balkanlardan ve Doğu Anadolu'dan Türklerin baskısına maruz kaldı. I071 Malagirt Meydan Savaşı sonunda, Anadolu Türklerin eline geçti. İznik merkez olmak üzere Selçuklu Devleti kuruldu.
Bunu Haçlıların fırtınası takip etti. 1177'de, Bolu Selçuklularca kuşatıldı. Myriokephalon'da bir yıl önce büyük bir bozguna uğramış olan Manuel Komnenos, eğer Bolu'daki kuşatmayı kaldırabilirse, yitirilen itibarını yeniden kazanmış olabilecekti.
Bizans tarihçisi Niketas Khoniates, Türklerin Bithynia'daki ilk ciddi baskısını anlatırken şunları yazmaktadır: "Çok geçmeden Türkler, Roma İmparatoru Claudius'a nisbetle adlandırılmış Klaudiopolis şehri çevresinde ordugâh kurdular. Önce Bizans garnizonunun şehir dışına bir adım bile atmasını önlediler. Sonra da tam anlamı ile bir kuşatmaya geçtiler.
Bu sebeple şehirleri içinde kuşatılmış olanlar imparatoru, bu kuşatmayı kaldırtacak bir kuvvet gelmediği takdirde şehri Türklere teslim etmekle tehdit ettiler. Çünkü, ne devamlı bir açlığa tahammülleri vardı, ne de, düşmanları kovalayacak güce sahiptiler. Şu hâlde Manuel Komnenos, iş işten geçinceye kadar beklemedi.
Haberi aldığı günün ertesinde hareket ederek elinden gelen sür'atle Nikomedia üzerinden Klaudiopolis'e yürüdü. Yanına ne çadır, ne yatak, ne şilte ve ne de herhangi bir imparatorun yanında bulunması ve onun dinlenmesini mümkün kılmak için gerekli bir şey almıştı. Yanında sadece atının eyer takımı ve zırhı vardı. Hergün büyük mesafe alıyordu.
Çünkü kuşatıcılardan daha önce davranmak ve kuşatılanların başına her hangi birşey gelmeden oraya ulaşmak hususunda öyle büyük bir arzu ve ihtiras vardı ki sözcükle tarif olunamaz. Geceleri uyumuyor, çıra ışıkları altında Bithynia'yı aşıyordu. Bu yöre, her tarafta uçurumlarla doludur. Sık ormanları yüzünden bir çok yerinde geçişe izin vermez.
Eğer Manuel Komnenos bir az dinlenmek zorunda kalırsa toprak onun iskemlesiydi. Kuru otlar ona halı görevi yapmak zorunda idi. Arada yağmur yağdığında ve dinlenme yeri bataklık bir vadide ise, o zaman imparator, yukarıdan yağmur, aşağıdan rutubet sebebi ile uykusundan oluyordu.
Ama, işte asıl bu anlarda, Manuel Komnenos, taç ve purpur içinde altın işlemeli eğeri ile atına bindiği zamandan çok daha fazla seviliyor ve kendisine karşı çok büyük bir hayranlık duyuluyordu. İmparator, hedefine yaklaştığında, Klaudiopolis etrafında bulunan Selçuklular bundan haberdar olup, derhal kaçmaya başladılar. Birliklerin alâmetlerini tanımışlar ve silahların parıltısını görmüşlerdi. İmparator onları, elinden geldiği kadar uzaklara kovaladı.
Türklerin büyüklüğü karşısında bezginlik içine düşmüş olan Klaudiopolis, Bizanslılar için imparatorun gelişi zorunlu kürek çekmekten harap olmuş gemiciler için uygun bir rüzgarın esmeye başlaması, kışın verdiği zahmet ve hüzünden sonra gelen ilkbahar ve güç ve elemli bir başlangıçtan sonra işlerin düzelmesi gibi büyük sevinçle karşılanan bir olaydı ". Niketas Khoniates'in bu kaydı dışında, Selçuklular devri için Bolu'ya dair herhangi bir haber göze çarpmamaktadır.
Ama Selçuklular, Paphlagonia'nın batısında, kuzeybatısında, sürekli hareket halinde idiler. Bizans daha sonra Paphlagonia'yı, Amastris ve Herakleia hariç olmak üzere, ebediyen kaybetti. Kastamonu, Çankırı ve Ankara'da Konya Selçukluları egemen hale geçtiler. Kılıç Arslan ölmeden önce, töre gereği devleti oğulları arasında paylaştırırken, Ankara'yı oğlu Muhyiddin Mesud'a bıraktı. Bundan sonra, Kuzeybatı Anadolu'daki fetihleri bu Selçuklu şehzadesi devam ettirecektir. Dadybra sınır kalesinin düşürülmesinden sonra Bolu ve Herakleia yolu da açılmış ve bu yerler Bizans'ın doğu sınırı haline gelmiştir.
1204'de, İstanbul Latinlerin eline geçti. Bazı ileri gelenler Nikeia'ya sığındılar. Laskarisler böylece Bizans İmparatorluğunu burada devam ettirdiler. Ayrıca merkezi Trabzon olan Komnenoslar ile Laskarisler arasında nüfuz mücadelesi de başladı. Sakarya nehrinin doğusundaki askeri harekat, Prusias yolu ile deniz kenarındaki Herakleia'ya kadar uzadı. Palailogoslar zamanı da Klaudiopolis için Türk baskılarının hızlandığı devre oldu.
Herakleialı tarihçi ve yazar Nikephoros Gregoras ve Pachimeres, Moğolların etkili olduğu yıllarda, Türklerin de tehlikeye düştüğüne dikkati çekmektedirler. Nitekim, Paphlagonia'dan akıp gelen Türkmenler, Bizans sınırlarını hemen her noktada delmişler yeni hayat sahalarını meydana getirmişlerdir. Tekfur adı verilen kale yöneticilerinin de durumu bu şekilde güçleşmiştir. Askeri ve kendi mali ihtiyaçlarını temin için ağır vergiler koymuşlar bu hareketler de ahaliyi oldukça güç duruma sokmuştur.
XIV.yy başlarından XV.yy.a kadar Bolu bölgesinde Türkleşme hareketleri başladı. Bizans ilk önce Sakarya Nehri kenarındaki Geyve'yi kaybetti. Bu fetihler zinciri, Türk hanedanlarınca devam ettirildi ve görüleceği gibi Amasra'nın fethi ile noktalanmıştır.
|